HAFIZA NERESİNE DOKUNURSAN, ACIR*...
“Yazgımız bu: dökülmüş kurşun, yazgımız değişmez
elden bir şey gelmez.
Suya kurşun döktüler yıldızların altında, varsın yansın
ateşler.
Çırılçıplak durursan aynanın önünde gece yarısı,
bir insanın geçtiğini görürsün aynanın derinliğinden,
yazgına ve gövdene egemen olacak bir insanı
yalnızlığında ve suskunluğunda
yalnızlığın ve suskunluğun insanını
ve varsın yansın ateşler"
…
‘Aramak’; belki de bir şairi en iyi tanımlayan kelimelerden biridir bana göre. Tek kelimenin peşinden aylarca koşabilir bir şair. Ulaştığında ona; durup soluklanır önce, oturtur yanına sonra, uzun uzun konuşur onunla, derken elinden tutar ve katar şiirine. Kimi zaman da, o sözcüğün tekrar koşmaya başlamasına izin verir şair. Hiç yaklaşmamış, hiç yanına oturmamış, hiç elini tutmamış gibi, tekrar peşine düşüp aramak ister. Bazen bir kelimeden fazlasıdır aradığı; harflerle sınırlanamayacak kadar, sözcüklere sığmayacak kadar geniş anlamları olan bir ‘şey’. Şey! ne büyük kelime…
Alınmış iyi bir eğitimin, ortaya konulmuş onlarca eserin, hak edilmiş tonlarca övgünün, gidilmiş onlarca coğrafyanın dolduramayacağı bir 'şey'. Boyutları ne kadar genişse, derinliği o kadar sonsuz olan, 'şey'.
Kendi iradenin dışında gelişecek acı olayların öngörüsü ile; her gün oynadığın iskelede, evim dediğin toprakta kısaca çocukluğunda gizliyse o şey; özlem dersin adına önce. Özlem olan yerde sevgi, sevginin olduğu yerde hatıra, hatıranın barındığı yerde hafıza, hafızanın saklandığı evse; bellek… ve sen geçmişten beslenen, kendi geçmişini de aşıp antik ve efsane olmuş her kişiye ses olup her köşeye girebilen, o tarihten beslenen ve muazzam güzel bir dille kendi içine inebilen bir şair olursun sonra.
Kendi iradenin dışında gelişecek acı olayların öngörüsü ile; her gün oynadığın iskelede, evim dediğin toprakta kısaca çocukluğunda gizliyse o şey; özlem dersin adına önce. Özlem olan yerde sevgi, sevginin olduğu yerde hatıra, hatıranın barındığı yerde hafıza, hafızanın saklandığı evse; bellek… ve sen geçmişten beslenen, kendi geçmişini de aşıp antik ve efsane olmuş her kişiye ses olup her köşeye girebilen, o tarihten beslenen ve muazzam güzel bir dille kendi içine inebilen bir şair olursun sonra.
Yorgos Seferis tam adıyla Georgios Seferiadis, çağdaş Yunan şiirinin bu kıyıda doğmuş, bu kıyıda çocukluğunu geçirmiş, sonraki yıllarda ise, bir zamanlar evi olan kıyıda olmasa da artık, o ülkenin başkentindeki Yunan Büyükelçiliği’nde görev almış tek büyük şairdir.
Seferis, Vourla bugünkü adı ile Urla olarak bildiğimiz İzmir’n güzel ilçesinde doğar. Ailesi dönemin zengin ailelerindendir. İlk dizelerini yazmaya başladığı 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı patlak verir. Aile Atina’ya göç eder. Avukat olan babası, Yunan Hukuk Fakültelerinde uluslararası hukuk dersleri verir, şiirler yazar hatta Lord Byron çevirileri yapar ve bunları yayımlar. Oğlunun hukuk eğitimi alması en büyük hayallerinden biridir. Gerçekleştirir de; daha sonra kendisinin de taşınacağı Paris’e gönderir. Yıl 1918’dir.
“Temmuz’da geldiğimde, tamamen boş olan Paris, Kasım ayı gelince bunaltıcı panayırların düzenlendiği bir şölene dönüştü. Odam, hayatım boyunca bulunduğum en soğuk yerdi. Gezgin bir kemancı her öğleden sonra mutsuz bir melodi ile gelirdi sokağa. Geceleri yaşlı bir kadın ağlak sesi ile menekşe satardı. Homeros okurdum, ve bir sürü saçma sapan -yahut deli demeli belki- dergi. Kendimi fazlasıyla kaybolmuş hissettiğim, hayalperest bir dönemimdi…” diyerek tanımladığı öğrencilik yıllarını böyle not düşecektir defterine Seferis.
Bu hislerin kucağında daha çok edebiyata verir kendini. “Her saat yazma aşkı ve capcanlı bir heves ile doluyorum, önüme çıkan her şey işlenmeyi bekleyen bir konu gibi geliyor bana, bir trajediye dönüşüyor sonra. Ne yazık ki kağıdın üzerine sadece fikirlerimi bırakabiliyorum. Onları uyanışı olmayan bir uykuya yatırıyorum belki. Çekmecem her gün ölü bebek bedenleriyle dolu bir mezarlığı andırıyor.”
Bu hislerin kucağında daha çok edebiyata verir kendini. “Her saat yazma aşkı ve capcanlı bir heves ile doluyorum, önüme çıkan her şey işlenmeyi bekleyen bir konu gibi geliyor bana, bir trajediye dönüşüyor sonra. Ne yazık ki kağıdın üzerine sadece fikirlerimi bırakabiliyorum. Onları uyanışı olmayan bir uykuya yatırıyorum belki. Çekmecem her gün ölü bebek bedenleriyle dolu bir mezarlığı andırıyor.”
En yazamadığına inandığı zamanda bile yazabilen bir şair, adeta şiir ile düşünen ve defterlerine döken muazzam kişilik Seferis; 1923’de Fransız Piyanist Jaqueline’le tanışır. Hayatına giren önemli kadınlardan biridir. Jaqueline; aklını çelen, beyninin her kıvrımını dolduran, bu tanıdık ancak henüz hiç birimizin tarifini yapmayı başaramadığı hissin karşılığı, Paris’te aşkın adıdır artık şairimiz için. Politik, vatansever şiirlerine oranla daha az sayıda olan aşk şiirlerinin çoğunun beslendiği kaynak ve kelimelerinin aktığı nehrin denizle kavuştuğu yerdir adeta.
“Hayatta bazı duygular vardır, renkleri asla solmayan” diyecektir sevdiği kadına.
1925’de Atina’ya döndükten kısa bir süre sonra annesini kaybeder. Derin bir melankoli girdabında yalnızlığa sürüklenir.
“Konuşmaya ihtiyacım var. Kimse yok. Belki suç benim. Neler oluyor? Bu öğleden sonra bilincim boşalmış gibi bir hisse kapıldım. O boş alanda sanki tanımadığım iki kişi kaderlerini konuşuyorlardı. Yazmam imkansız. Sayfayı çevirene kadar değişmiş buluyorum kendimi. Ben bir başkası oluyor.”
Bu satırları not düştükten kısa bir süre sonra Vallery çevirisi ile edebiyata geri döner, 1928’de yayımlar. Takvimler 1932’yi gösterdiğinde ise ilk şiir seçkisi "Strofi" (Dönemeç) yayımlanır. Strofi, 13 şiirden oluşan bir seçkidir. Tarihten ve efsanevi kişiliklerden beslenen şiiri “Destansı Öykü” ve ilerki yıllarda yazdığı “Ardıç Kuşu”; sadece kendi ruhundaki manevi yıkıntının değil aynı zamanda içinde yaşadığı çağın ne olduğunu anlamaya çabalayan modern insanın, tıpkı Odysseus gibi olayların hem içinde hem de dışında kalarak, varlığın dağınık parçalarını birleştirebilme arayışıdır bir anlamda. Destansı Öykü bu bağlamda manevi yolculuğunun ilk evresi sayılabilir. Yunan edebiyatının sınırlarını genişleten ve Batı şiir diline yaklaştıran, bunu dile getirdiği yeni uyumlar ve sesler kazandırarak, ince mecazlar yaratarak en önemlisi tüm bunları halk dilini kullanarak gerçekleştirmiş tartışmasız en iyi şairlerinden biridir.
“Konuşmaya ihtiyacım var. Kimse yok. Belki suç benim. Neler oluyor? Bu öğleden sonra bilincim boşalmış gibi bir hisse kapıldım. O boş alanda sanki tanımadığım iki kişi kaderlerini konuşuyorlardı. Yazmam imkansız. Sayfayı çevirene kadar değişmiş buluyorum kendimi. Ben bir başkası oluyor.”
Bu satırları not düştükten kısa bir süre sonra Vallery çevirisi ile edebiyata geri döner, 1928’de yayımlar. Takvimler 1932’yi gösterdiğinde ise ilk şiir seçkisi "Strofi" (Dönemeç) yayımlanır. Strofi, 13 şiirden oluşan bir seçkidir. Tarihten ve efsanevi kişiliklerden beslenen şiiri “Destansı Öykü” ve ilerki yıllarda yazdığı “Ardıç Kuşu”; sadece kendi ruhundaki manevi yıkıntının değil aynı zamanda içinde yaşadığı çağın ne olduğunu anlamaya çabalayan modern insanın, tıpkı Odysseus gibi olayların hem içinde hem de dışında kalarak, varlığın dağınık parçalarını birleştirebilme arayışıdır bir anlamda. Destansı Öykü bu bağlamda manevi yolculuğunun ilk evresi sayılabilir. Yunan edebiyatının sınırlarını genişleten ve Batı şiir diline yaklaştıran, bunu dile getirdiği yeni uyumlar ve sesler kazandırarak, ince mecazlar yaratarak en önemlisi tüm bunları halk dilini kullanarak gerçekleştirmiş tartışmasız en iyi şairlerinden biridir.
Almanya’nın Yunanistan’ı işgalinden birkaç gün sonra Maro ile evlenir ve hemen akabinde Mısır’a (İskenderiye) giderler. İyi bir diplomattır artık. Londra ile başlayıp, İskenderiye ile sürecek olan kariyeri, Ankara, Lübnan ve başladığı yer olan Londra ile devam edecektir. Tüm bu yıllar boyunca muazzam eserler verir. 1963’de dünyaca bilinen bir şairdir artık. Aynı yılın 10 Aralık günü Nobel Edebiyat ödülüne layık görülür. Bu ödüle layık görülen ilk Yunan şairdir.
…
"Bir gün başlayıp da öbürünün daha başlamadığı saatte
zamanın askıya alındığı saatte
o günden beri, başlangıçtan beri gövdene egemen olan
o insanı bulmalısın
onu aramalısın ki, hiç değilse sen öldükten sonra
bir başkası onu bulsun.” **
1971’de son şiirini yazdıktan kısa bir süre sonra, aynı yıl içinde hayata gözlerini yumar.
“Ruha gelince,
tanıyacaksa kendini,
bir başka ruhun
derinlerine bakması gerek:
Yabancı ve düşman, aynada gördük onu.” ***
Kim bilir belki de, sadece hafızasının elinden tutup, kendi belleğinin derinine yürüyordur insan. Şiir olmak için…
Kaynakça:
* Yazımın başlığı Yorgos Seferis’in bir sözüdür. Defterlerinden aktarılar kendi notları ve yazının başlığı tarafımdan çevrilmiştir.
** Aya Yani Ateşleri şiiri, Talasinos’tan Beş Şiir seçkisinden, Üç Kırmızı Güvencin şiir kitabından, Cevap Çapan çevirisi, Sözcükler Yayınları
*** Argonotlar şiiri, Destansı Öykü seçkisinden, Üç Kırmızı Güvercin şiir kitabından, Cevap Çapan çevirisi, Sözcükler Yayınları
O.../
(Bu yazı Deliler Teknesi Edebiyat Sanat Dergisi, Temmuz-Ağustos 2016, 58. sayısında yayınlanmıştır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz)
Yorumlar
Yorum Gönder