AY IŞIĞI SONATI... YANNİS RİTSOS!
"Ay ışığında, açık bırakılmış bir pencereden
de girebilirsiniz Ritsos'un şiirine, toplama kampı olarak kullanılan adalardaki
tel örgülerin boşluklarından da. İlk bakışta sessiz, ıssız bir boşlukta
bulursunuz kendinizi. Çünkü şair "yalın şeylerin arkasına"
gizliyordur kendisini, onu bulabilmemiz için;"
"...
Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum beni bulasın
diye
Beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elimin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.
Ağustos mehtabı ışıyor mutfakta
kalaylanmış bir tencere gibi (sana bu söylediklerim
yüzünden öyle görünüyor),
boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini
aydınlatıyor -
sessizlik hep öyle diz çökmüş gibi kalıyor.
Her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen,
işte o zaman doğrudur o sözcük: buluşmakta
direttiği zaman.
..."
"Ay Işığı Sonatı'na, Cevat Çapan'ın
yukarıda alıntıladığım ilk basımı Şubat 1995 olan "Ritsos, Bütün
Şiirlerinden Seçmeler" kitabındaki ilk cümleleri ve Ritsos'un
"Yalınlığın Anlamı" şiiriyle başlamayı, böylece "açık
bırakılmış bir pencereden" girmeyi tercih ettim.
Yalın şeylerin arkasında gizlenen karmaşayı
sezebilen kalp, görebilen gözdür Ritsos. Gündelik şeylerde, rutinin
içinde, çevredeki en basit eşyada kocaman dünyalar yaratabilendir. Hayatı eski bir
sandalyeye sığdırabilen bakışın, dile gelmesidir dizesine yansıyan bazen. Tablada yanan
sigarası, sehpada kahvesidir...
Çünkü basit; güzeldir! Ve insan; suretinin üzerine ışık düşmezse, gölgesinin de yaşamadığını bilmelidir.
Ay Işığı Sonatı, Yannis Ritsos
Yannis Ritsos, Yunan tarihindeki birçok dramatik olayın merkezinde, politik bağlamda solda yer alan bir şairdir. Şiirleri hayatının vazgeçilmez bir parçası ve aynı zamanda da anlatımıdır. İlhamını toplum karşısındaki duruşundan alırken bir yandan da şiirleri ile toplumu beslemiştir.
Şairin ‘Sonat’ adı altında kaleme aldığı şiirlerin her biri farklı ritimde fakat birbirlerine bağlı bir ahenkle yazılmıştır. ‘Ritsos Sonatları’, anlamı şiirin bütününde saklı uzun bölümlerden meydana gelir. En önemli sonatları arasında yer alan "Ay Işığı Sonatı" 4 bölüm, 227 dizeden oluşmakla birlikte daha geniş bir şiir seçkisinin 4. aşamasını tamamlamaktadır. Sonat, kendilerini toplumdan soyutlayıp, yalnızlaşmayı seçmeyen aksine toplumun içinde yer alıp bir şeyler yapmayı amaç edinmiş emek insanlarının marşı niteliğinde de okumlanabilir.
Ay Işığı Sonatı’nın Karakteristik Özellikleri
Basit ve gündelik hayatın içinden gelen şeyler, Ritsos'un şiirinde önemli yer kaplar ve Ay Işığı Sonatı’nda ilk (gerçek) anlamlarını yitirip farklı bir boyut kazanırlar.
Ay Işığı Sonatı’nda şairin sürrealist bir yaklaşımı benimsediği gözlerden kaçmamaktadır. Bunu (koltuk, gemi, mendil, müzik, rüyalar, bilinç yıkımı gibi) nesne ve kavramların dilini kullanarak ve onlara sembolik/metafizik manalar yükleyerek bize yansıtır. Sonat'ta Kadın ve Genç adamın isimleri geçmemekle birlikte büyük harfle yazılmışlardır. Bunun sebebi şiirde iki farklı dünyayı yansıtmalarıdır. Ritsos şiirinde; insanı ve insan ile ilişkili her şeyi anlatır. Bunun yanında şiir, liriktir. Eşyalar ve/veya kahramanların yardımı ile dolaylı ve dolaysız kendi iç dünyasını yansıtır. Sonat'ın bir itiraf özelliği vardır ve bunu kadın kahramanı ile bize aktarır.
Ay Işığı Sonatı’nın Giriş Sahnesi
"(Bir İlkyaz gecesi. Eski bir evin geniş bir odası. Karalar giyinmiş yaşlı bir kadın bir genç adamla konuşuyor. Işığı yakmamışlar. İki pencereden, benzersiz bir ay ışığı doluyor içeri. Karalar giyinmiş kadının dinsel eğilimli iki-üç şiir derlemesi yayınlamış olduğunu söylemeyi unuttum size. Evet karalar giyinmiş kadın genç adamla konuşuyor);
Bırak ben de geleyim seninle. Ne kadar da güzel ay
bu akşam! İyidir ay, iyidir, -- kimse görmeyecek
nasıl da ağarmış olduğunu saçlarımın. Ay
altın rengine dönüştürecek gene. Sen de
anlayamayacaksın.
Bırak ben de geleyim seninle.
Ay çıkınca büyür evdeki gölgeler,
görünmez eller açar perdeleri,
piyanonun tozlarına unutulmuş sözcükler yazar
solgun bir parmak -- duymak istemem onları.
Ne olur sus...."
Ritsos, Ay Işığı Sonatı'nı Haziran 1956'da Atina'da yazmıştır. Giriş bölümü ile başlar. Bu bölüm; sahneyi kurgulamamıza yardımcı detayları (eski ev, sadece ay ışığı ile aydınlanan oda, iki pencere) içerir. Karalar (matemin ve ruhsal yıkımın simgesi olan renk siyah) giyinmiş kadın, kadının önceden yayınlanmış şiirleri, ve genç adamın sessizliği gibi anlatımlarla kahramanları tanımamıza olanak verir ve mistik bir hava yaratır.
Sonat’ın; Sahneyi anlatan bir giriş bölümü, iki kahramanı, sarsıcı bir anlatım dili vardır. Kadın kahramanın karakteristik özelliklerini de anlayabileceğimiz bir monolog şeklinde ilerler ve tıpkı giriş bölümünde olduğu gibi bitişi sağlayan bir sonsöz yer alır. Böylece Sonat bir tiyatro oyununa evrilir. Yani tek sahnelik bir tiyatro oyunu gibi sergilenebilir ve bu bağlamda defalarca sahnelenmiştir.
Ay Işığı Sonatı’nda Öne Çıkan Detaylar ve Kadın
Sonat’ ın şiirden bağımsız bir anlatıcısı vardır ve bu şiirin işlevselliğini arttırır.
Anlatıcı; başta belirttiğim şiir seçkisinin 4. aşamasının karakteristik özelliğidir. Sonat'ın tamamı geniş bir monologdan ibaret olmakla birlikte her an bir diyaloga dönüşebilecek hissi verir çünkü tamamıyla sessiz kalmayı seçen Genç adama yöneltilmiştir.
Anlatıcı; başta belirttiğim şiir seçkisinin 4. aşamasının karakteristik özelliğidir. Sonat'ın tamamı geniş bir monologdan ibaret olmakla birlikte her an bir diyaloga dönüşebilecek hissi verir çünkü tamamıyla sessiz kalmayı seçen Genç adama yöneltilmiştir.
Zaman, temel manada yok edici boyutu ile sunulur. Akışında yer alıp peşinden gidemeyenler ve zamanı yakalayamayanların geç kalmışlık duygusu ile işlenir.
Sonat' ta yer alan ve büyük ustalıkla işlenen diğer konular; başta yalnızlık, yıkım, özgürlük, aşk, ölüm ve tabii ki toplum nezdinde ve toplumun ayrılmaz parçası olarak insan olgusudur.
Yalnızlık; baştan sona hükmünü sürdüren ve her kelimesinde kendisini bize hissettiren ana duygudur. Kadının yalnızlığı; bireysel yalnızlığı kadar toplumdan soyutlanmış, kopmuş haliyle dar bir alanda sınırlanmış olmasıdır. O yüzden şiir boyunca tekrarlanan "Bırak ben de geleyim seninle" dizeleri yalnızlığın iplerini kopartma ve Genç adamla birlikte topluma karışma arzusunun ifadesidir. Bu yalnızlık hissi, arzularının dile gelmesine, hafızasına kazınan olayları açığa çıkarmasına ve itirafa olanak sunar. Başka bir deyişle şiirin yazılma amacını oluşturur.
Yalnızlık; baştan sona hükmünü sürdüren ve her kelimesinde kendisini bize hissettiren ana duygudur. Kadının yalnızlığı; bireysel yalnızlığı kadar toplumdan soyutlanmış, kopmuş haliyle dar bir alanda sınırlanmış olmasıdır. O yüzden şiir boyunca tekrarlanan "Bırak ben de geleyim seninle" dizeleri yalnızlığın iplerini kopartma ve Genç adamla birlikte topluma karışma arzusunun ifadesidir. Bu yalnızlık hissi, arzularının dile gelmesine, hafızasına kazınan olayları açığa çıkarmasına ve itirafa olanak sunar. Başka bir deyişle şiirin yazılma amacını oluşturur.
Ay ve ay ışığı; ilk iki bölümde Ay'ın görüntüsü hakimdir. İlkinde Ay'ın Kadın'ın görüntüsündeki etkisi vurgulanır. Odayı aydınlatmasıyla ikinci bölümde tezat oluşur. Ay; ışığı ile Kadın'ın beyaz saçlarını örtüp gençliğindeki gibi sarıya dönüştürürken, evin ve odanın içine girmesi ile gölgeler büyür, korku yerleşir ve hayali imgeleri (görünmez ellerin perdeyi aralaması, piyanodaki toza yazılanlar gibi) görünür kılar.
"Bırak bende geleyim seninle"; şiir boyunca 15 kez tekrarlanır. Kadın'ın yaşadığı hayattan kopma arzusunun en belirgin cümlesidir. Bir yönü ile -özellikle şiirin ilk bölümlerinde- Aşk'ı ifade ederken diğer yandan bir var olma mücadelesidir. Tereddütle dile getirilir. "Bırak"; bir anlamda adamın onayını ve iznini arzu etmesi, ve onun kendisini yanında götürmek istemediğini bilmesinden kaynaklıdır. Nihayetinde -Sonat'ın son bölümlerinde- geride kalmayı kabulleniş cümlesine dönüşür.
"Ne olur sus"; Genç adama değil, Kadın'ın kendi geçmişine ve iç sesine seslenmesidir.
Kent; zamanın olmadığı, işlemediği yerdir. Bu, ev ile tezat oluşturur. Ev'de herşey eskimiş, yıpranmış adeta ölü hükmündeyken kentte insanlar değişir, yaşar. Evler ise aynı kalsalar da yıpranmış değildirler. Kent hayattır. Kentin isminin geçmemesi, insanların toplu halde ve bir arada yaşıyor olmasındaki bütünlük zaman algısını yok ederken, umarsız ve sorgulamadan Kadın'ı da içine alabilme olasılığı ile sunulur. Diğer yandan, "fabrika duvarından" bahsediliyor olması toplumun (kentin) farklı dinamiklerini ortaya koyar. Kentte insan gücü ve emek vurgulanırken ev'deki piyano ile her şeyden uzak elit insan vurgusu yapılır.
Piyano; Kadın'ın müzikle derin bağının işaretidir ve toplumdaki statüsünü sembolize eder. Fakat aynı zamanda artık kullanılmıyor olması ve üzerindeki toz; mistik, büyülü bir detay olarak işlenir.
Şiirin son bölümünde ise piyano artık tabutla eş değerdir.
Şiir boyunca sessiz kalan Genç adam; sahnenin yaratılmasına olanak verir. Kadın'ın itiraflarının kendisine yöneltilmesi ile monoloğun her an olası bir diyaloğa dönüşebileceğini düşünmemizi sağlar. Odada bulunması -konuşmasa da- soğuk tavrı, duruşu ve sergilediği umursamazlıkla monoloğu bir anlamda yönlendirip, yüreklendirirken bir diğer açıdan Kadın’ın psikolojisini anlamamızı ve içinde bulunduğu ruhsal çöküntünün tüm ayrıntılarıyla dile gelmesi için yardımcı olur. Aynı zamanda Kadın’ın itiraflarına sadece kadının duygu akışı ile değil karşı taraftan ikinci bir gözle bakmamızı sağlar. Yaş farkı, toplumsal duruş, şiirdeki sembolik konumu ve karşı cinsten olması itibariyle gizli bir rakip rolü de üstlenmektedir. Sessiz kalarak, toplumun karşı tarafını temsil eder ve suskunluğu ile bir anlamda şiirin ana kahramanı Kadın'ın; yukarıda değindiğimiz duruşuna, konum ve ruhsal durumuna vurgu yapar. Genç adamın lâl hali bize Kadın'ın geçmişten kurtulamıyor, aradığı çıkışı bulamıyor olmasındaki zayıflığına da işaret eder.
Ay Işığı Sonatında Kadın’ın Gösteriminde Araç Olarak Eşyalar
Eşyalar; eskidir ve öyle de olmalıdırlar. İşlevlerini tamamlamış, binlerce anıyı sırtlamış, aşınmış halleri ile kendi yıkımlarını yansıtmakla birlikte hala kullanılıyor olmaları ile yani bir nevi ölümsüzlükleri ile, yaşamını sürdürenlere kendi yıpranmışlıklarını hatırlatır ve şiirde metafizik boyuta, algıda şüphe ile yaklaşılan kabus kişiliklere ve güçlere bürünürler.
Eşyaların hâkimiyetinin hüküm sürdüğü ev; hem şiirdeki mekan-zaman olgusuna katkıda bulunur hem de şiirin giriş bölümünde anlatılan sahneyi canlandırabilmemize katkı sağlar. Ayrıca ev; simgesel olarak şiire kattığı anlamla derinleşir. Başından itibaren korku, gölgeler, ölüm ve terkedilmişlik (eşyalardaki toz) hissi verir. Hiç bir çıkış sunmayan eski bir mekan niteliğindeki maddesel işlevinden çıkıp, duygusal-tarihsel ve en önemlisi Kadın'a içinde artık nefes dahi aldıramaz, boğucu yönüyle organik bir ivme kazanır. Ev; içindeki eşyalar kadar ölüdür, adeta ölümden beslenir ve Kadın'ı da beraberinde sürükler. Ev'deki hayalet sesler (aslında eskiyen yer döşemesinden gelir vb) aynanın çatlaması (şiirin ilerleyen bölümlerinde) gibi oluşumlar lanetin, uğursuzluğun işaretidir Kadın için.
Ayna aynı zamanda; Kadın'ın iç dünyası ile toplum içindeki yerinin farklı olduğunu anlatır bize. Kişiliğindeki çatlağı fark etmemizi sağlar. İç dünyasında; dağılmış, bölünmüş, acı çekerken dışarıya yansıttığı sakin, dengeli bir ruh halidir.
"...
Bardağın ağzı parlıyor ayışığında
yuvarlak bir ustura gibi tıpkı -- nasıl yaklaştırayım
dudaklarıma?
çok susadım doğru, ama nasıl yaparım? --
Anlıyorsun ya!..."
Ayna'dan sonra Kadın'ın gözü bardağa takılır. Ay ışığının yansımasıyla bardak bir usturaya dönüşür öyle ki susuzluğunu, özlemini dindirmesi mümkün değildir artık.
"...
havada uçtuğumuzu bile düşleyebiliriz
kaç kez çünkü, tıpkı şu anki gibi, giysimin
hışırtısını
vuruşu saymışımdır iki güçlü kanadın..."
Kanat ve uçmak; Kadın bir anlamda Genç adamı onu da beraberinde götürmesi için ikna etmeye çalışıyordur. Dolaylı erotik çıkışın yapıldığı ilk dizelerdir. "Düşleyebiliriz" vurgusu; ilerleyen dizelerde kanatların gücüne inanarak, uçmanın; özgürlük anlamında kendi hayat döngüsünden, geçmişinden, zamandan uzaklaşma arzusunu tırmandırır. Öyle ki;
"...ne önemi var gidiyor ya da dönüyor olmanın
ne önemi var varsın ağarmış olsun saçlarım..." der!
Çünkü esas olan geçmişle bağlarını koparabilmesidir. İsteği budur. Bu yüzden Genç adamın el vermesine ihtiyaç duyar. Ve O, yine sessizdir.
Sonat'taki en önemli ve sonattan ayrı olarak da çoğu yerde Ritsos'un en bilinen dizeleri arasında yer alan;
"...
Biliyorum, biliyorum, herkes tek başınadır aşkta
şan-şöhrette de ölümde de tek başınadır.
Biliyorum. Geçtim o yoldan. Deney ne işe yarar.
Bırak ben de geleyim seninle...."
bölümünde kadının hayat tecrübesini buluruz. Tek başına sürdürmüş olduğu hayatını teorik anlamda üç öğe ile bağdaştırır:
aşk, şan-şöhret (ki bu giriş bölümünden anladığımız yayımlanmış şiir denemeleri ile de alakalıdır) ve ölüm. Bu üç temel şeyi insanın tek başına yaşayıp göğüslemesi gerektiğine inancını görürüz. Fakat artık bunun önemi de kalmamıştır Kadın için, çünkü deneyimlemiş ve buna ikinci bir kişinin varlığının anlam katacağını biliyordur. Bugüne kadar insanlarla iletişim kurma ihtiyacı duymadan sığınağı niteliğindeki şiir de artık yetersizdir.
aşk, şan-şöhret (ki bu giriş bölümünden anladığımız yayımlanmış şiir denemeleri ile de alakalıdır) ve ölüm. Bu üç temel şeyi insanın tek başına yaşayıp göğüslemesi gerektiğine inancını görürüz. Fakat artık bunun önemi de kalmamıştır Kadın için, çünkü deneyimlemiş ve buna ikinci bir kişinin varlığının anlam katacağını biliyordur. Bugüne kadar insanlarla iletişim kurma ihtiyacı duymadan sığınağı niteliğindeki şiir de artık yetersizdir.
Koltuk; şiirdeki birçok sembolik anlamı ile önemli eşyalardan biridir. "Döşemesi parçalanmış" hali ile; yıpranmış, harcanmış hayatların ve ölümün simgesidir. Fakat "bir zamanlar o da gençti" ve onun da hayalleri, mutlu zamanları vardı. Devamında "ince kumlu plaj", "balıkçı teknesi", "yelken", "mendil", "müzik" ve "müzik yeteneği" gençliğin ve güzel günlerin sembolleri olarak sıra ile yerini alırken iç içe geçmiş bir paralellik görürüz. Çünkü "yelken" aynı zamanda gitme arzusunun ifadesidir.
"Mendil"; emek insanları için alın terini silmesini sembolize ederken Kadının içinde yer aldığı toplum geleneğinde görsel bir değeri vardır, üretmekten ve işlevsellikten uzak. Öyle ki şu yaşında bile sadece katlamak (oyalanmak) için kullanır ve bir ritimle yapar, ki bu dolaylı olarak onu geçmişine götürür. Böylece yine çocukluğunu ve müziği hatırlatır.
"Mendil"; emek insanları için alın terini silmesini sembolize ederken Kadının içinde yer aldığı toplum geleneğinde görsel bir değeri vardır, üretmekten ve işlevsellikten uzak. Öyle ki şu yaşında bile sadece katlamak (oyalanmak) için kullanır ve bir ritimle yapar, ki bu dolaylı olarak onu geçmişine götürür. Böylece yine çocukluğunu ve müziği hatırlatır.
Ay Işığı Sonatı’ nda Beethoven Etkisi
Bir diğer önemli öğe; Beethoven'in "Ay Işığı Sonatı" (Moonlight Sonata) bestesidir.Şiir boyunca, özellikle de başında (adagio) ve şiirin ağır işlediği bölümlerde öncelikli olarak bu müzik fonda çalmaktadır. Ritsos şiirine bu ismi bu müzikten etkilendiği için seçmiştir. Tabii aynı zamanda Ay'ın şiirdeki metaforik ve tüm monoloğun duygusunda ve itirafın gelmesindeki rolü yadsınamaz. Müzik bağlamında düşündüğümüzde şiirde de tekrarlanan ve şiirin vurucu bölümünü oluşturan tekrar kısmı ("Bırak ben de geleyim seninle") bu motifin ayrılmaz parçasıdır.
Ay ışığı, mevsimlerden bahar olması, Beethoven'in Sonat'ı, ve sessiz Genç adam; Kadın'ın itirafı için gerekli iklimi sunar şiirde. İçsel başarısızlıkların, yanılsamaların, ruhsal çöküşün ve Kadın'ın duygusal ve toplumsal kimliğini açıkça sergiler. Öyle bir itiraf ki hem hayatın Kadın için boğucu ipini görürüz hem de sonuç itibariyle itiraflar monoloğunda; kahramanın bu döngüden çıkamayarak, sonunda istemsiz, mecbur kabullenişini algılarız. Geçmişinden, yaşadıklarının kendisinde bıraktığı derin izlerden kurtulamadığı gibi geleceği için çıkış yolu bulamadığının kanıtını Ritsos'un ustalıkla sembolik anlamlar yüklediği eşyaların kaderinde görürüz. Böylece yukarıda bahsettiğim onlarca eşya, binlerce detay devleşir ve şiirde tabiri caizse metafizik bir boyut kazanırlar.
"…
Kimi zaman, akşamın alacakaranlığında, sanki bir
ayı oynatıcı geçer pencerelerin önünden ağır ve
yaşlı ayısıyla,...
ve ayı, yorgun, yalnızlığın bilgeliği içinde, yürür
bilmeksizin nereye niçin gittiğini --
...
acıya ve yaşama boyun eğmezliğini
belli bir uzlaşma halinde ölümle --yavaş bi ölüm
olacak --
..."
Şiirde duygu yoğunluğunun en net yükseldiği bölümlerlerden biridir.
Ay Işığı Sonatı’ nda Baskın Metaforlar
Ayı; şiirin çok önemli sembollerinden biri olarak kullanılmıştır. Mecburi bir baş eğişin simgesidir. Yaşlı ve yorgun bir ruh olmasıyla Kadın'ı temsil eder. Nasıl ki ayı'nın oynatıcısından ve boynundaki ipten kurtulması gerekse, Kadın'ın da eski evden çıkması ve geçmiş bağlarını, hafızasından atması, kopartması gerekmektedir. Ancak Kadın tıpkı ayı gibi bilgedir. Tek başlarına bunun üstesinden gelemeyeceklerini bilirler. Sonuç ortadadır. Oynatıcısı ayıyı özgür bırakmayacağı gibi Kadın da Genç adamla gidemeyeceğini bilir. Çünkü Genç adam onu sadece dinlemektedir. Kadın'ın dramını anlamamaktadır. Ve Kadın kendisini dinlediği için ona teşekkür ettikten sonra, Genç adam umursamadan sırtını dönüp gidecektir.
"…
Bu ev boğuyor beni. Özellikle mutfak
denizin dibi gibi tıpkı. Benzersiz balıkların
kocaman yuvarlak gözleri gibi parlıyor asılı
tencereler,
denizanaları gibi ağır ağır kımıldıyor tabaklar,
...
ve kıyıdan bu kabarcıkları gören birinin neler
düşüneceğini düşünüyorum;
birinin boğulduğunu mu yoksa derinlere indiğini
mi bir dalgıcın?..."
Şiirin duygu yoğunluğunun ikinci yükselişi bu dizelerde saklıdır.
Boğulma sahnesi; bizi bir kez daha Kadın'ın ev için beslediği hisleri gözler önüne serer. Özellikle de en derin yerin mutfak olduğunu yine sembolik birçok eşya eşliğinde anlatır.
Mutfak; iki farklı açıdan sembolik önem taşır. Birincisi, Kadının kendi özgürlük alanıdır ve orada patron yani söz sahibi kendisidir. Diğer yandan toplumsal yönden ve sistemin belirlediği anlamda mecbur bırakıldığı kafes konumundadır. Bir anlamda kısıtlayıcı olan ev, o evin içerisinde daha dar alanı temsil eden mutfak; sınırları belirlenmiş sözde özgürlüğün anlatımıdır.
Boğulma sahnesi; bizi bir kez daha Kadın'ın ev için beslediği hisleri gözler önüne serer. Özellikle de en derin yerin mutfak olduğunu yine sembolik birçok eşya eşliğinde anlatır.
Mutfak; iki farklı açıdan sembolik önem taşır. Birincisi, Kadının kendi özgürlük alanıdır ve orada patron yani söz sahibi kendisidir. Diğer yandan toplumsal yönden ve sistemin belirlediği anlamda mecbur bırakıldığı kafes konumundadır. Bir anlamda kısıtlayıcı olan ev, o evin içerisinde daha dar alanı temsil eden mutfak; sınırları belirlenmiş sözde özgürlüğün anlatımıdır.
İlginç olan Kadın'ın bu sahneyi kendi boğuluşunu seyreden bir gözlemci edasıyla anlatımıdır. Kendine dışardan bakan yine kendisidir ve boğulmamak, kendini kurtarmak için hiç bir çaba sarfetmez. Buna gücü kalmamıştır. Kadın kendi yıkımının, acısının, ve geç gelen ölümün gözlemcisidir.
"...
Bir dakika ceketimi alayım,
hava nasıl da değişken, en iyisi gerekli önlemi
almak.
Akşamları nemli oluyor, öyle gelmiyor mu sana,
sahi soğuğu daha da bilemiyor mu Ay?
Dur gömleğini ilikleyeyim --
..."
Ay tüm baştan çıkarıcılığı ile şiirdeki yerini alır yine... Kadın, Genç adamın teklifini kabul ettiği, kendisi ile gitmesine izin verdiği, "gel" demiş olduğu yanılgısına kapılır bir an. Nemden sakınmak ve Ay'ın bilediği soğuğa karşı ceketini almak, Adamın da gömleğinin düğmelerini iliklemek ister. Şiirin başından itibaren diyaloğa dönüşme ihtimali her okuyucunun beklediği şey olsa da yine sessizliği seçer adam fakat aralarındaki ilk temas halidir düğmeleri iliklenen gömlek. Daha doğrusu tek taraflı bir temas bir ilgi hali.
Derken; Ay her şeyi yutan bir deliğe sonra mermerden bir kuyuya dönüşür. Adeta kadını yutmaktadır, ani bir bilinçlenmeye ulaşır Ay sayesinde ve Genç adamın kendisini beraberinde götürmek istemediğini görür. Kadın kendini yeterince anlatmıştır Adam’a. Defalarca "bırak ben de geleyim seninle" demiş, tek cevap alamamıştır karşılığında. Oysa ne çok istiyordur... Durumu çaresiz kabullenmek zorundadır artık. Diyaloğun eksikliği ile, Genç adam tarafından geride bırakılacağını kavrar. Kırgınlığını belli etmek istemez yine de. Sanki kendisi vazgeçmiş gibi bir hava yaratmaya çalışır. Ters bir önerme ile gururun arkasına sığınır;
"…
Ah, gidiyor musun? İyi geceler. Hayır, ben
gelmeyeceğim. İyi geceler.
Biraz sonra çıkacağım ben. Sağol. Çünkü çıkmam
gerek eninde sonunda
bu köhne evden.
...
İyi geceler.
..."
Ay Işığı Sonatı’ nda Sonuç Bölümü
Ve şiirin sonunda anlatıcımız devreye girer;
(Oda karardı. Sanki bir bulut ayı gizlemiş gibiydi. Birden komşu kahvede sanki bir el açtı radyoyu, çok tanıdık bir müzik cümlesi duyuldu. Ancak o zaman " Ay ışığı Sonatı"nın, sadece bir bölümünün bu sahneye sessizce eşlik etmiş olduğunu anladım....Ay gene parlıyor. Ve odanın köşelerinde gölgeler dayanılmaz bir acı, bir çeşit öfkenin -- sadece yaşama karşı değil bütün itirafların hiçliğine karşı -- etkisiyle yitip, gidiyorlar. Duyuyor musunuz? Radyo çalıyor.)
*Şiir toplum/emek bağlamında önemlidir. Ritsos Ay
ışığı Sonatı ile 1956 da Ulusal Şiir Ödülü ile onurlandırılmıştır.
*Ay ışığı Sonatı şiiri, Özdemir İnce'nin çevirisi
ile "Yiannis Ritsos, Şiirler", Varlık Yayınları, 1983 kitabından
aktarılmıştır.
*Şiirin Türkçe çevirisinde, giriş bölümünde Kadın
ve Genç adam büyük harfle yazılmamıştır. Oysa bunun şiir için önemi büyüktür ve
bizzat şairin tercihidir. Ben orjinaline sadık kalmayı tercih ettim.
*Ay Işığı Sonatı Yunanistan'da halen 2014-2015 kış
ve yaz 2015 (yazlık sahne) tiyatro programında yer almaktadır.
*Sonat Türkçe çevirisi haricinde Nilgün Kaleli
Çiçek yönetmenliğinde, Deniz Türkali'nin muhteşem oyunculuğu eşliğinde kısa
film formatında çekilmiştir (2000). Yalnız naçizane şunu belirtmem gerekir ki
-belki film olması itibariyle- her ne kadar seyirci değerlendirecektir denilse
de, önyazısında şiirden bağımsız bir algı oluşturulmuştur. Örnek vermem
gerekirse, şiirde bahsedilen sessiz Genç adamın, Kadın'ın oğlu olmadığı
açıktır. Ayrıca filmin bir sahnesinde yer alan fotoğraftaki kişi yine Genç
adamın kendisi gibi verilir filmde. Oysa şiirde fotoğraftaki kişinin bırakın
kimliğini cinsiyetini dahi bilmeyiz. Bunların dışında tüm duygu akışı/geçişi ve
sahne uyarlaması alkışı haketmektedir.
Ay Işığı Sonatı incelemesi 2015'in ilk aylarında yazılmış, sonrasında kısaltılarak Deliler Teknesi Sanat Edebiyat Dergisi Nisan-Mayıs 2016 Sayısında yayınlanmıştır. Kaynak belirtmeden kullanılamaz.
O.../
Yorumlar
Yorum Gönder