ŞİİR...

Yeni yılın ilk günü. İlk öğleden sonrası, -dört buçuk civarı- mont ve kapişonun titrememe engel olamadığı yağmurlu soğuk bir bahçe sandalyesinde, yanıbaşımda defterim, kalemim, önümde kahve, elimde sigara oturuyorum. 

Bahçenin sol tarafında evle bağlantıyı sağlayan kirişte, kanatlarını açmış gagaları gökyüzüne dönük peşi sıra üç seramik mavi kuş. Belli ki; uçuyor ya da tam şimdi havalanacak algısı yaratma güdüsü ile yerleştirilmişler. Oysa gerçek şu ki boyalılar! Maviye... En önemlisi de çivilenmişler! Duvara...

Hemen arkada bir portakal ağacı. Üzerinde "ben bir portakal ağacıyım" demek için olsa gerek, tek portakal var sadece. Bir gün önce sorup öğrenmiştim; Başka portakal vermemiş ağaç. Tek bir tane. Onu da özellikle koparmıyorlarmış. Nazarlık gibi orda öyle dursunmuş. Kendi düşerse o ayrı. Yapacak bir şey yokmuş! "Yapacak bir şey yok". Koca ağacın tek portakalı diye dalına tutunmasını bu denli isterken, toprağa düşerse yenilecekmiş yani afiyetle. "Yapacak bir şey yok"! 

Belli bir açıdan baktığınızda, gözün de yardımı ile, gerçek illüzyon yaratabiliyor. Portakal ağacı ve ağacın üzerine tünemiş 3 mavi kuş var oluyor birden bire. Kuşlar az biraz soluklanmak istercesine mola vermişler de, uçacaklar gibi birazdan gökyüzüne. Mavi diye hayal ediyor gökyüzünü de beynimin kıvrımları. Yeni yıl ya! Umut işte...

Göz yoruluyor sonra; Bakışım soldan önümdeki açıklığa doğru kayıyor yine. Ve gökyüzü ne mavi, ne de berrak. Beyaz pamuk yastıklar da yok görünürde. Gri, yağmurlu, kasvetli ve soğuk bir gerçekliğe teslim oluyorum yine. 

Öyle dediğime bakmayın severim gri yağmurlu havaları. Aksine güneş, hele de bu alerjik bünye ile hiç bana göre değil aslında. Ama yeni yılın ilk günü de karlı olmalı bence. Ondan belki bu kararsız memnuniyetsizliğim.

Bir yudum alıyorum kahvemden. Tam fincanı tabağa geri koyacağım, masanın diğer tarafındaki boş sandalyeye ilişiyor bu defa gözüm... Üzerinde yağmur damlaları. Üç tane olmasını isterdim ben. Üç nokta yağmur damlası ve bir çizgi; ben! ... Sayıyorum 5 tane var! Bir sandalyenin tepesinde tüneyip damla kalabilmek ve öylece durabilmek başarı aslında. Etrafı seyrediyor gibiler. Tıpkı Haydarpaşa'da, dalga kırana tüneyen martılar gibi. Babam, martıların duruşlarından, sırtlarını döndükleri yönden hava durumunu tahmin edermiş ben küçükken. Hep de tuttururmuş, öyle derdi annem.


Portakal ağacı, portakal, üç mavi kuş, beş yağmur damlası ve ben sohbet halindeyiz şimdi... Dün de buradaydı bu portakal ağacı. Kuşlar da aynı duvarda çivilenmiş bekliyorlardı. Dün de yağmur yağıyordu hatta! Başka damlalar tünemişti aynı sandalyeye de, ben fark etmemiştim belki. Dün yılın ve ayın son günüydü. Bugün ise yeni bir yılın, yeni bir ayın ilk günü.

Değişen ne var peki dünden bugüne?

"Bizim için hiç bir şey" diyor kuşlar. "Biz yazın başından beri buradayız. Olmaya da devam edeceğiz".

"Aslında ben de bayağıdır buradayım", diyor portakal "ama yakında bırakmak zorunda kalacak gibi hissediyorum ağacımı". 

Ya da o bırakacak belki seni! Sen istemesen de atıverecek dalından öylece. Kim bilir!

"Her şeyin bir zamanı var", diye söze giriyor duvarın en tepesine çivilenmiş mavi kuş. "Portakalın da mevsimi var sonuçta, ya kopacak ya da koparacaklar nihayetinde" diye de ekleyiveriyor mağrur, kendinden emin bir ifade ile. 

"Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna"
"Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş".**

Öyle güzelsin ki...
Öyle güzel ki...

Bu dize dönüp duruyor şimdi aniden kafamda! Yedi damla olduk şimdi. İkisi yanağımda!

"Bizim zamanımız belli", diyor damlalardan en iri olanı. "Portakal, öyle ya da böyle vakti gelinceye, kuşlar ev sahibi sıkılıncaya veya biri yanlışlıkla çarpıp düşürünceye kadar, biz ise yorulup sandalyenin sırtından yere doğru kayıncaya dek buradayız. Ömrümüz sınırlı. Olasılıklarımız ise; hayatta kalabilme sürecimizden çok, ne şekilde yiteceğimiz üzerine! Ve bir o kadar az sayıdalar anlayacağın"!

Bu sohbetten tam on gün sonra, bir Cumartesi sabahı; 'Her yolu denedik diyebilir miyiz, olasılıklar bu denli sonsuzken'; yazacaktım, ince bir sopa yardımı ve elde bir şemsiye ile denge kurmaya çalışarak, elektrik direkleri üzerinde yürüyen insanların olduğu siyah beyaz bir fotoğrafının altına. Olasılıklarımız! 

İnsanız! mevsimine göre portakal turuncusu, yaprak yeşili, toprak kahvesi gövdemiz. Kimi zaman bembeyaz pamuk yastıklara sarılı, kimi zaman gri füme çarşafa dolanmış ve evet bazen duvarda çivilenmiş mavi bir kuş yüreğimiz. Yağmurumuzu gözümüzün pınarında taşıyan yine biz değil miyiz? İnsanız!

Damlalardan en sağda duranı, en genç olanı kayıveriyor sandalyenin sırtından aşağı doğru. Debeleniyor olması olası bir süreden beri. Düşmemek, kayıp gitmemek, kalmak, bizle olmak içindi belki çırpınması.  Göremedik, fark edemedik. Ağır da olsa itiraf edelim; umursamadık gayretini. Kendi haline bırakıverdik. Denedi, Yapamadı. Kayıverdi..

Hepimiz birden sustuk şimdi. Kayan damlanın yasını tutar gibi, razı olduk sessizliğe! 

Kahve soğumuş. Sigara sönmüş. Defter? Henüz hiç aralanmamış... 

Açıyorum onu, kaldığım yerden günlük tutar gibi devam edeceğim yine şimdi. Damla'yı, kuşları, portakalı ve ağacını yazmalıyım. Hatırlamak, hiç unutmamak için. Böyle seviyorum ki ben!

-Şiir olur muyuz hep birlikte şimdi? diye soruyorum, dün uyumak için ara verdiğim şiire! Neden gülüyorsun peki?

-Hâla bir şeyleri anlatabileceğine ölesiye inanmana!diyor şiir!

Anlıyorsak, anlaşılmanın önemi kalmıyor çünkü...



** "Kuş koysunlar Yoluna" Nilgün Marmara şiirinden alıntı



O.../



Yorumlar

Popüler Yayınlar