TEK KELİMENİN ARALADIĞI KİTAP KAPILARI...

Son 20 günde 3 kitap okudum gibi görünse de, beni sürükledikleri bilmediğim denizlere yine onların yol göstericiliği ışığında sonu olmayan derin bir maviliğe daldım diyebilirim rahatlıkla. Soluklanmak için bir kıyıya çıkıp bu kitaplardan bahsetmek isterim biraz.

Aslında "Kalp Zamanı" yani Ingeborg Bachmann - Paul Celan Mektuplar'ını içeren kitabı, beni bilen birinin tahmin edeceği gibi sevdiğim bir yayınevi olan Kırmızı Kedi'den yayınlanmasından ötürü rafa konması ile benim sepete atmam bir oldu diyebilirim.


Sonrasında, belki de kendisine daha çok vakit ayırmak ya da ruh dinginliği ister bu kitap fikri ile "Borges ve Sonsuz Orangutan"ı öne almaya -ki oldukça hoş, incecik olmasına rağmen dopdolu ve sonu gayet sürprizli bir kitap çıktı- karar verdim.



Ve tabii ki benim için en can alıcı "O" bölümünü -neden acaba- fotoğraflayıp blog'a aktardım. 


Sırf Borges'in varlığı bile kitabı okunmaya değer kılmakla birlikte fazlasını bulacağınıza emin olabilirsiniz. 


Gelelim "Kalp Zamanı"na

Tabii ki tüm mektuplar kişiye özeldir (bana göre hep de öyle kalmalıdır). Fakat, edebi ve/veya politik, tarihi vb. kişiliklerin mektuplarının yayınlanıp çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaştığı da yadsınamaz gerçekliktir.


"Kalp Zamanı" özenli, çok güzel bir çeviri. Hatta çevirmeni İlknur Özdemir, tek elden çıksın diye kitapta yer alan şiirleri bizzat kendi tekrardan tercüme etmiş. Bachmann - Celan ve kitapta yer alan diğer kişilerle olan ilişkileri anlamlandırmak ve kitabı özümsemek adına detaylı ek bilgiler de kitabın son bölümünde yer almış. Bana göre Bachmann'ın Celan'a daha ilk mektuplarından birinde (7. Mektup, Viyana, 24 Haziran 1949)  "en güzel şiirin" dediği "Corona"nın bu eklerde yer almaması kitabın tek eksiğidir.



Kitabın arka kapağında yer alan (18.1 Ek Mart 51) ve aslında Bachmann'ın sadece tek bir mektubundan alıntı olan, sosyal medyada'da kolaya kaçan herkesin peş peşe paylaştığı bölümü burada tekrarlamayacağım. Tek diyeceğim, Türk Edebiyatı'nda okuduğumuz ağdalı, 'ne kadar çok sıfat, benzetme vb katarsam duygularımı o kadar yoğun ifade etmiş ve aktarmış olurum karşı tarafa' endişesinden eser yoktur bu mektuplarda. Aksine, basit diyebileceğimiz kısacık bir cümlenin bile aynı hisleri paylaşan karşı taraf için ne çok anlam içerdiğini görürsünüz cevap mektuplarında. Çünkü bazı kelimeler sadece ikili bir ilişkinin özelinde anlam bulur. "Seni ve masalımızı özlüyorum." bunlardan sadece biridir. Bachmann'ın hayatını, politik duruşunu, şiirlerini araştırdığınızda "bir gün gelecek" fikrinin masalı'na daha doğrusu ortak masallarına yansımasını net şekilde duyumsarsınız. (Bachmann'ın "bir gün" umudu -Celan ve mektuplardan bağımsız- kendimce burada yazmaya çalışacağım sonraki kitabında doruğa ulaşmaktadır).

"Birkaç sözcük de olsa, kısacık, ayda bir mektup: Kalplerimiz yaşamanın bir yolunu bulabilecektir." yazar Celan özlemini dile getirir mektubunda. (53. Mektup 31 Ekim 1957)

Karşılıklı yazışmalarda duygu yoğunluğu ve romantizm, her ne kadar mektuplara inanmadığını, yüz yüze konuşmanın gerekliliğini ifade etse de daha çok Bachmann'ın kelimelerinden yansımaktadır okuyucuya. Fakat bana göre ilişkilerinin iki taraf için de vazgeçilmezliği, sancılı ayrılık ve beklenen mektupların gecikme hali, sevgilerinin koşullardan bağımsız sürekliliği, kısaca bir nevi kitabın özeti, kitapta dahi Türkçe'ye dip not olarak çevrilmesi uygun görülmüş, mektupta ise Fransızca bırakılmış Celan'ın şu cümlesidir;


"Il est indigne des grands cœurs de réprandre le trouble qu'ils ressentent."


||"Hissettiği karmaşayı etrafa yaymak yüce gönüllere yakışmaz."||



"Malina"

"Kalp Zamanı"nı okumayı bitirdiğim eve dönüş vapurunda yapmam gereken ilk işin YKY'na uğramam gerektiği fikri oldu. Bachmann'ın 1971'de yayımlanmış, tamamladığı tek roman olan "Malina" ile yolum kesişmiş oldu böylece. Kitabevinden çıkarken aklımdaki cümle "everything 'gerçekten' connected" oldu.


Yukarıda bahsettiğim, kendisi ile yapılan bir söyleşiden şair yönünü, politik duruşunu tam olarak ifade eden "bir gün gelecek" cümlesini kuran Bachmann'ın Malina'sını kendi hayatından ayrımak, sadece bir kurgu olarak yaklaşmak mümkün değildir. "Gece'yi unutmak mümkün değil" diye ifade eder kendisini. Aşk ile ölümü aynı potada eritir, daha doğrusu aşkı ölüm ile bir terazinin iki tarafında birbiri ile dengeler gibidir. Geceyi gündüz ile, ışığı karanlıkla yoğurur.

(Kitabın çevirmeni Ahmet Cemal'in "Malina, ya da Günlük Cinayetlerin Romanı" önsözünden; 



"Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi?" sorusuna "Hayır, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır." yanıtını veren bir yazarın kaleme aldığı, bitirebildiği tek romandan bahsediyorum...

"Ungargasse 6, Viyana III" adresi kazınır kafanıza. Öyle ki seyahat düşleri kurmaya başlarsınız. Sayfalar ilerledikçe, kitapta "Macar Sokağı" olarak tercüme edilen "Ungargasse" ye gitmek, internette hakkında bulduğunuz tüm bilgileri, kitapta bahsi geçen tekel dükkanını görmek için plan yapar bulabilirsiniz kendinizi. En azından plan yapmayı sevmeyen benim için gidilecek ilk şehir, bulunacak ilk sokak olma özelliğini taşıyor artık Macar Sokağı. 


Romanın başından itibaren büyülenirsiniz. Kelimeler sıraya dizilip gerçeği haykırır yüzünüze. Ve tıpkı mektuplarda da değindiğim gibi, ağır ve ağdalı cümlelerle değil bilakis basit ama hedefe 12'den çarpan ok gibi kullanır kelimelerini Bachmann. Lafı allandırıp pullandırmadan, dolandırmadan fakat yerine göre uzun cümleler kurar. Son derece realisttir. O derece ki öncellikle kendisini hedef alır eleştiri tahtasında. Romancı kimliğinden önce, hep ve daima şair olmasının duygu yoğunluğunda; 'basit'in arkasına ustalıkla gizlenmiş bir karmaşanın anlatımı çıkar ortaya. Asla parmağının arkasına gizlenmeyen bir kişilik söz konusudur romanda ve ona "Ben" der Bachmann giriş sayfasında.

Mektupları okuduktan ve Bachmann'ın hayatını araştırdıktan sonra romandaki bu "Ben" kişisini Bachmann'ın kendisinden ne kadar ayrı tutabilirsiniz bilemiyorum! Bana göre o kişi bizzat kendisidir. Ivan ile yaşadığı, çoğunlukla yanlış anlamalara veya sessizliğe dayanan aşklarını anlatır romanda. Kitaba adını veren Malina ise kimdir? Gerçekten var mıdır? "Ben" kişisine muazzam etkisi yadsınmayacak kadar fazladır.


Bahsettiğim kopuk kopuk internetten bulduğum söyleşisinde şöyle der Bachmann "Malina benim erkek yönümdür."

Her cümlesi altı çizilebilecek, dönüp tekrar üzerine düşünülecek bir kitap.

"O kitabı, henüz olmayan kitabı, senin için yazacağım, eğer gerçekten istiyorsan. Ama gerçekten istemelisin, benden istemelisin, ve ben senden onu okumanı hiçbir zaman istemeyeceğim."

Kolay anlaşılabilir, bir günde tüketilecek roman olmadığını söyleyebilirim Malina'nın. Ruh çözümlemelerini, bilinç akışını, belli bir tarih sıralamasını takip etmeyen romanları, bazen gerçeğe çok yakın, birbirinden ayrılması mümkün olmayan yoğunlukta yaşanan düşleri, onlara bağlılığı, kişinin ağırlıklı olarak iç dünyasında yaşanan fakat asla sakınılmayan okumaları seviyorsanız asla es geçilmemesi gereken bir roman Malina.

Benim en sevdiğim romanlar listesinin üst basamaklarına eze eze tırmandı ve ilk sıralarda yerini çoktan aldı diyebilirim.

Şöyle bir alıntıyla bitirmek istiyorum Malina'yı;

"My life is over for during the transport he has drowned in the river" der "rüyânın kendisi. Bachmann'ın Malina romanında... "I loved him more than my life." (Malina'nın Philip Boehm çevirisinden alıntıdır.) 

İki kitaptan bağımsız iki de şiir ekleyeyim. Celan'ın 1970 yılında ve hatta 'Nisan' ayında öldüğünü, Bachmann'nın Malina'sının ilk yayımlandığı tarihin 1971 olduğunu ve kendisinin 1973' de öldüğünü atlamayarak...








Kelimeler her şeydir... İyi okumalar!


O.../

▪️Borges ve Sonsuz Orangutan, Luis Fernando Verissimo, Monokl Edebiyat
▪️Kalp Zamanı, Ingeborg Bachmann - Paul Celan Mektuplar, Kırmızı Kedi
▪️Malina, Ingeborg Bachmann, YKY



Yorumlar

Popüler Yayınlar